Teknolojinin hızla gelişmesiyle beraber yapılan tüm çalışmalar Almanlar tarafından Endüstri 4.0, Japonlar tarafından ise Toplum 5.0 şeklinde kavramsallaştırılmıştır. Ancak “insan faktörü” ikisinde de farklı şekilde konumlandırılmaktadır. Fatmanur Erdoğan tarafından ele alınan yazıda iki yaklaşımın temel farklılıkları derinlikli olarak ele alınarak bir vizyon çizilmiştir. İyi okumalar. [i.a.]
Washington Üniversitesi’nin yaptığı bir araştırmaya göre, S&P listesinde bulunan Fortune 500 şirketlerinin %40’ı önümüzdeki 10 yıl içerisinde oyunda kalamayacak ve yok olacak. Bildiğiniz gibi 2000 yılından bu yana Fortune 500’deki şirketlerin %52’si yok olmuştu.
Endüstri 4.0 devrimini yakalama çabasında olan Türkiye’de, TUBITAK verilerine göre sanayinin dijital olgunluk seviyesi endüstri 2.0 ile 3.0 arasında bir yerde bulunuyor. Kimi uzmanlara göre Türkiye’de sanayi en geç on yıl içinde endüstri 4.0’ı yakalamış olacak. Fakat bu on yıl içerisinde dünyadaki gelişmeler de yerinde saymayacak.
Verimliliği ve karlılığı odağına koyan bir anlayışla yola çıkan Endüstri 4.0, akıllı fabrikaların kurulması amacıyla ortaya atılmış, nesnelerin interneti, internetin hizmetleri ve siber-fiziksel sistemleri kapsayan çalışmaların bütünüdür. Bu bağlamda endüstri 4.0, ekonomik fayda modeli üzerine kurulu bir sistemi ifade etmektedir. Bu modelde teknoloji, verimliliği getirmek ve karı yükseltmek amacıyla vardır. Modelin insanı değil de ekonomik faydayı ön plana atması sebebiyle, teknoloji belki yaşam standartlarımızı yükseltecek ancak işsizlik, mutsuzluk, umutsuzluk, korku, endişe ve depresyon salgınını da beraberinde getirecek.
İş Yaşamının Geleceği
Japon hükümetinin 2016 yılında lanse ettiği Toplum 5.0, süper akıllı toplum dönemlerinde insanın rolünün nasıl olması gerektiği felsefesi ile ortaya çıkan bir kavramı ifade eder.
Bu bağlamda toplum 5.0 felsefesinin odağında “insan ve insanın yaşam kalitesi” yer alır.
Odağına teknolojiyi değil de insanı alması sebebiyle, toplum 5.0 endüstri 4.0 anlayışından daha üstün bir felsefedir.
Robotlarla arası en barışık toplum olarak bilinen Japonya, sosyal sorunlarına çözüm bulabilmek amacıyla teknolojiyi nasıl devreye sokabileceği üzerine kafa yoruyor.
Yaşlanan nüfus, azalan doğum oranları, genç nüfusun az olması, hasta bakıcı açıklarının oldukça yüksek olması ve benzeri bir takım sebep, teknolojiyi insana fayda sağlaması için nasıl geliştirmeleri gerektiği konusunda bir vizyon çizmelerine neden oldu.
Japonların toplum 5.0’ı ele alırken yola çıkışları ile Almanların endüstri 4.0’ı başlatırken yola çıkışları arasında keskin bir anlayış farkı bulunuyor. Toplum 5.0’da, süper akıllı robotların gelişmesi, insanın değerleri doğrultusunda inşa edilmiş amaçlara hizmet etmesi için vardır. Oysa endüstri 4.0’ın insanı odağa koyan değil de salt ekonomik faydayı temel alan bir yaklaşımı vardır. Bu sebeple, önümüzdeki dönemlerde endüstri 4.0’ın toplum 5.0 vizyonu ile entegrasyonu, teknolojinin insanlığa hizmet etmesi açısından gerekli bir adım olacaktır.
İş yaşamındaki değişimlerin sebebini salt teknolojinin bir sonucu olarak görürsek, teknolojiyi odağa koyarak şirketleri dönüştürme çabasına gireriz.
Tıpkı endüstri 4.0’da olduğu gibi. Oysa teknolojik gelişmeleri tetikleyen insana dair majör faktörleri odağımıza aldığımızda, toplum 5.0 ile karşılaşırız.
Felsefe profesörü ve yazar Prof. Dr. Oktay Taftalı’ya değişimi tetikleyen teknoloji midir diye sorduğumda konuya Aristotales’e atıf vererek yaklaştı: “Aristotales’e göre teknik, doğanın insanda eksik bıraktığını tamamlama çabasıdır. Yani, boyumuzun yeterli olmadığı yerde merdiveni, kanatlarımızın olmadığı ve uçmamız gereken yerde uçağı icat ettik. Üstelik insan, ölümlü bir varlık olması nedeniyle, mükemmel olmadığı için bu tamamlama çabası hiçbir zaman son bulmayacaktır.” Bu cevabı önemsiyorum, çünkü iş dünyasını ve yaşam şeklimizi değiştiren nedenin en derininde insanın açlığı ve tamamlanma ihtiyacı yatıyor. Bu ihtiyaç doğrultusunda yarattıklarımız da değişimi körüklüyor.
Toplum 5.0’ı iyi anlayabilmek için önce yapay zekadan ne kastedildiğine bir bakalım. Yapay zekaya dair üç ana kapasite kategorisi bulunuyor. Bunlar yapay dar zeka, yapay genel zeka ve yapay süper zekadır.
Yapay Zeka: İnsanın öğrenme, problem çözme, konuşmayı algılayabilme ve stratejik düşünme gibi zihinsel kabiliyetlerini kopyalayabilen sistemlerdir.
Yapay Dar Zekâ, YDZ (Artificial Narrow Intelligence): İnsan kabiliyetlerini sınırlandırılmış bir çevre ve önceden belirlenmiş hedeflere ulaşmak üzere kopyalayabilen sistemlerdir.
Örneğin 1997 yılında Deep Blue isimli bilgisayar, satrançta dünya şampiyonu Kasparov’u yendi. Deep Blue bir yapay dar zeka sistemiydi ve 3 dakikada 9 milyon hamle hesaplayabiliyordu. Google’a ait yapay zeka şirketi DeepMind’ın geliştirdiği ve Avrupa Go şampiyonu Fan Hui’yi 5-0 yenen AlphaGo oyunu bir yapay dar zekaydı. Kendi kendine giden araçlardan tutunda, Alexa gibi ses tanıma sistemleri, bir alışveriş sitesinde bize öneride bulunan algoritmalara kadar belli bir görev için tasarlanan ve o görev dışında başka bir şey düşünme yeteneği olmayan çalışmalar, yapay dar zekadır.
Yapay Genel Zekâ (Artificial GENERAL Intelligence: Human Level AI, Strong AI, Deep AI): İnsanın başarabileceği karmaşık bilişsel görevleri dahi başarabilen sistemlerdir. Öğrenilmiş becerileri kullanarak ya da kendi kendine keşfederek verilen görevleri tamamlayabilen, tıpkı bir insan gibi sürekli ve çağrışım ile öğrenebilen, öğrendiklerini öğretebilen ve yeni yetenekler geliştirebilen sistemler bütünüdür. YGZ seviyesine ulaşmak için sezgisel fizik, psikoloji, felsefe, bilişsel bilimler ve insan beynini anlamaya yönelik tüm alanlar geleceğin şekillenmesinde önemli bir rol oynayacak.
Örnekle açıklayalım. Yapay dar zeka ile çalışan sürücüsüz bir araba düşünün. Bu araç, yolda giderken karşısına bir hayvan çıktığında, karşısında bir obje olduğunu sezer ve durur. Şimdi yolda koşan bir insan düşünelim. İnsanın koşma sebebinin de kocaman bir binanın yıkılıyor olması olduğunu farz edelim. Sürücüsüz araba’nın karşısında hareket halinde olan birini algılaması mümkünken maruz kaldığı “konteksti” algılaması yapay genel zekanın konusudur. Adam koşuyor ama neden koşuyor? Yolda koşan adamı algılamanın dışında adamın neden koşuyor olduğu konusunda yapay zekanın fikir üretebilmesi, onun ne amaçla koşuyor olduğunu anlayabilmesi, ne tarafa doğru koşuyor olmasının daha iyi olacağını kestirebilmesi, etrafta bulunan diğer canlı veya cansız nesnelerin ne amaçla birbiriyle etkileşim halinde olduğunu anlaması yapay genel zekanın konusudur.
Yapay Süper Zekâ (Artificial SUPER Intelligence ): İnsan zekâsından öte kabiliyetler geliştirebilen sistemlerdir.
Bu sistemlerden biri, siborg olarak bilinen sibernetik organizmalardır. İnsan vücudunda organik ve yapay bileşenlerin bir arada uyum içinde kullanılmasını ifade eder. Yani yarı insan yarı robot yaşamlardır. Bu yaşama çok da yabancı değiliz zaten. Örneğin kalp pilleri siborg yaşama bir örnek olarak verilebilir.
Bir diğeri, sentetik biyolojidir. Mühendislik sistemlerinin biyolojiye uygulanması, doğada bulunan biyolojik sistemlerin yeniden düzenlenmesi, doğada bulunmayan biyolojik yapıların ve sistemlerin tasarlanması ve imal edilmesi, hücrelere yeni genetik şifrelerin eklenmesi veya çıkarılması anlamına gelir. Örneğin insanlar yüzyıllardır genetik ayıklama yapıyor ama sentetik biyoloji bu sürecin çok hızlı oluşmasını sağlıyor. Keçi sütünden örümcek ağı yapılması, mantarlara antibiyotik ürettirmek, hayvanda insan dokusu üretmek sentetik biyoloji uyulama örnekleridir. Geçtiğimiz yıl Linköping Üniversitesi, damarlarından elektronik devrelerin geçtiği sisteme sahip gül yetiştirdi. Elon Musk’ın kurduğu Neuralink şirketi, insan beynine yerleştirilebilen biyolojik uyumlu kablosuz bir donanım geliştirdi. İnsanların düşünce yoluyla iletişim kurmalarının beş yıl içerisinde mümkün olması bekleniyor. DARPA’ya göre, insanların sadece beyin sinyalleriyle bilgisayarlara komut verebildikleri beyin-bilgisayar arayüzüne sahip sistemlerin (human brain-machine interfaces) ticarileşmesi an meselesi.
İnsanlığın geleceğine yönelik 4 farklı görüş
Yapay zekanın gün geçtikçe önlenemez şekilde gelişmesi çok farklı görüşlerin ortaya atılmasına neden oluyor. İnsanlığın geleceğine yönelik dört liderin yaklaşımını önemli bulduğumdan sunmak isterim.
Joi Ito, MIT Media Lab, Etik ve Yapay Zeka Bölüm Direktörü
MIT Media Lab Direktörü Joi Ito’ya göre yapay zekaya yönelik algoritmaları yazan gençlerin ezici bir çoğunluğu erkek, beyaz ve insanlarla iletişim kurmaktansa makinalarla iletişim kurmayı tercih eden kişilerden oluşuyor. Barack Obama ile birlikte Wired dergisine verdiği demeçte konuyu dile getiren Ito, bu gençlerin “yapay genel zeka” sayesinde politik ve sosyal sorunların lineer bir şekilde çözümlenebileceğini düşündüklerini fakat insanın lineer olmadığı gerçeğini dikkate almadıklarını ifade ediyor.
Elon Musk, SpaceX, CEO
Elon Musk ve Stephen Hawking’e göre Yapay Zeka, insanın varoluşuna bir tehdit. Musk, bu söylemiyle, regülasyonların gerekliliğini ve etik değerleri belirlemenin önemli olduğunu savunuyor. Araba kazalarının çokluğuna dair verinin olduğu ama kemer takmanın bir zorunluluk olmasının 10 yıl aldığına dikkat çeken Musk, yapay zeka döneminde on yıllık zamanın yıkım getireceğini öngörüyor. Ünlü fizikçi Hawking’de benzer şekilde yapay zeka’nın bir çok soruna çözüm bularak fayda sağlayabileceği gibi dünyayı tersine döndürme potansiyelinin de yüksek olduğunu belirtiyordu. Lisbon’da yapılan Web Summit’te yaptığı konuşmasında şöyle der:
“Eğer yapay zekanın getirebileceği zararlar ve yapılabilecekler üzerinde kafa yormazsak, insanlık tarihinin en yıkıcı dönemini yaşayabiliriz.”
Ray Kurzweil, CEO Singularity University ve Google, Yapay Zeka Gelişim Direktörü
Singularity “teknolojik tekillik” anlamına geliyor. Kurzweil’e göre Singularity, makinelerin bizden çok daha akıllı olacağı, bir noktada ya insanların makinaların bir parçası olacağını ya da makinelerin insanların bir parçası olacağını iddia eden hipoteze deniyor. Dev bir değişimden kaynaklanan öngörülemeyen gelecek olan Singularity, gelecekte yapay zekanın insan zekasının ötesine geçerek, medeniyeti ve insan doğasını radikal bir biçimde değiştireceğini savunuyor. Birçok uzman bu dönemin gelmesinin 50 yıldan çok daha fazla çekeceğini öngörüyor.
Prof. Dr. Stuart Russell, Kurucu, University of California Berkeley, Center for Human Compatible Artificial Intelligence
Russell’a göre robotlar her zaman, insanı ve insanın gerek mantık dışı gerek duygusal tüm amaç ve hedeflerini anlamak zorunda. Aynı zamanda robotlar her zaman insanın hedeflerini yerine getirmek üzere kurgulanmış makineler olarak yaratılmalı. Yani robotların kendi hedeflerini gerçekleştirmek üzere yaratılmaması gerektiğini savunuyor. Robotların, insanların kendi hedeflerine ulaşmak için onlara daha iyi karar almasında yardımcı olması gerektiğini, bunun için insan ve robotun değer ve amaçlarının çatışmaması gerektiğini savunuyor. Yani makinelerin hedeflerinin insanların hedefleriyle tam tamına uyuşması gerektiğine inanıyor. Robotun kahve içmeyi istemesi değil, kahveyi insanın içmesi için hazırlaması gerektiğini öğrenmesinin asıl olduğunu söylüyor.
Bu da insanın hayattaki amacının ne olması gerektiği konusunda daha net olması için çalışması gerekeceği anlamına geliyor. Russel’a göre ahlak felsefesi önümüzdeki dönemin en önemli çalışma alanı olacak. Güvenli insansı yapay zeka uygulamaları konusunda alanının öncüsü olarak yer alıyor.
10 yılda 1 trilyon dolar yatırım
Yapay zekanın gelişimiyle birlikte bir takım sorunlara çözümler sağlanırken, insan olmanın ne anlam ifade ettiğini de tartışmaya açmamız şart gibi duruyor. Yapay zeka, insan zekasına ulaşma hedefine giderken, insan da kendini daha iyi anlama çabasına girecek. Doğru nedir, yanlış nedir? Etik değerlerimiz nedir? İnsan davranışları nasıl gelişir? Bir olayın etik değerlerimizle uyumlu olduğuna nasıl karar veririz? Ahlaklı bir insan nasıl karar alır? Ahlak nedir? İnsanın amacı nedir? Bu ve benzeri sorular günümüz ve geleceğin en önemli tartışma ve araştırma konuları arasında yer almaya başlayacak. Oldukça zor ve birçok insanın belki de hayatı boyunca hiç düşünme ihtiyacı duymadığı diyaloglar bunlar. Bu açıdan bakıldığında bu sürecin insanı daha iyi insan haline getirmesi açısından faydası olacaktır.
Önümüzdeki 10 yıl içinde çeşitli ülkeler yapay zeka alanında toplamda 1 trilyon dolarlık yatırım yapacak. Bu endüstrinin yaratacağı ekonomik fayda, kuşkusuz ağızları sulandırıyor. Eğer bu yatırımlar salt kısa dönemli kazanç elde etmek için kullanılır ve insanı işlevsiz bırakmak üzere programlanmış sistemler için harcanırsa, pek de akıllı yatırımlar olmadığını düşünebiliriz. Bu yüzden 1960 yılında MIT profesörlerinden filozof Norbert Wiener’ın verdiği öneriyi dikkate almak zorundayız: “Yapay zeka, makinaların kendi amaçlarını hayata geçirmek için tasarlanmamalı. Aksine insanın insana dair hedeflerini/amaçlarını gerçekleştirecek makinaların yaratılması için çalışılmalıdır.” Bana öyle geliyor ki, Stuart Russell bu yaklaşımı en iyi benimsemiş ve deşifre edebilen liderlerin başında geliyor.
İşsizlik ve İşlevselsizlik
Teknolojik gelişmelerin getireceği en büyük ve en yakın dönemli hasar işsizlik olacak. Gelecekle ilgili oldukça karanlık bir dünya çizen düşünürlerden Yuval Harari, insanı odağa koymadığımızda, işlevsizliğin büyük sorun yaratacağı öngörüsünde haklı çıkabilir. Öyleyse hangi anlayışla hareket edeceğimiz yönümüzü ve sonumuzu belirlememizde önemli bir rol oynayacaktır.
İşsizlikle birlikte, insanın işlevselliğin kaybolmasını istemiyorsak, yapay zeka robotlarını hangi amaca hizmet etmesi için programlayacağımızı iyi kestirmemiz gerekiyor. Belki de kriterler arasına insanın işlevselliğini koruyacak davranışlar ve karar mekanizmalarının yerleştirilmesi gerekecek. Bu bir yerde yapay zekanın her söyleneni yapmasına izin vermeyecek şekilde kodlanması olabilir. İnsanın yeteneklerini kullanmasına izin vermesini sağlamak gerekebilir.
Robotların zaman zaman insanın yönlendirmesine mutlak ihtiyaç duyması, insanın kesin hedefinin ne olduğunu net olarak bilemeyecek şekilde kodlanması, insanlığın geleceği açısından olumlu bir yaklaşım olacaktır. Robotların insanın gerçek hedefinin ne olduğu konusunda “belirsizlik yaşaması”, insan tarafından yönlendirmeye açık olması gerekebilir. Bu tür yaklaşımlarla kodlanan robotlar, insanlığın sonunun gelmesi ihtimaline bir çözüm olabilir. Tıpkı Stuart Russell’ın savunduğu gibi makinalar, insanın değer sistemiyle paralel hareket edecek şekilde geliştirilmelidir. Değerlerimizi belirleyen davranışlar bize bu yönde yol gösterecektir.
Şöyle bir örnek daha açıklayıcı olacaktır. Kansere en hızlı şekilde çözüm bulmak ulvi bir hedefken, yapay zekanın “hızlı” bir şekilde çözüme ulaşması, önce milyonlarca insana tümör enjekte etme kararı alması ve böylece milyonlarca adet medikal veriye ulaşmasıyla mümkündür. Oysa insan hızlı çözüme giderken, karar mekanizmaları arasına değer yargılarını da katar. İnsanları öldürmeden hareket etmek, başka insanların hassas oldukları konuları dikkate almak, belli bir bütçe sınırları içinde hareket etmek bu değerlerin bazılarını oluşturur. Kısaca insana dair değerler doğrultusunda yapılan davranışların neler olduğunu belirlemek ve robotlara en doğru amaçları yerleştirmek, net olmadığında insanın yönlendirmesine izin vermesini sağlamak, kritik bir hedeftir.
Yaşam Kalitesi Odaklı Yönetim Anlayışı
Endüstri 4.0 “yaşam standartlarının” yükseltilmesi ve ekonomik fayda ile ilgiliyken, yukarıdaki örnekte de belirtildiği gibi Toplum 5.0 insanın “yaşam kalitesinin artırılması” ile yakından ilişkilidir. Yaşam standardı ile yaşam kalitesi arasındaki farkı şöyle açıklayabiliriz:
Modern medeniyet şüphesiz bir hız ve haz medeniyeti. Artık herkes öyle yoğun çalışıyor ki, insan ne kendine ne sevdiklerine ne de çalışmaktan başka keyif aldığı bir şeye zaman ayırıyor. Evler her ne kadar akıllı teknolojilerle dolu olsa da, artık sadece işte değil, evde, otobüste, kafede, her yerde çalışıyor insan. Zaman darlaştıkça da giderek sabırsızlanıyor, beklemekten hoşlanmıyor, toleransı düşüyor. Hedefine ulaşmak ve başarılı olmak için verimli olmak baskısı altında yaşıyor. Her tür teknolojik imkana sahip olmak yaşam standartlarımızın yüksek olduğuna işaret ederken, giderek mutsuzlaşmamız, boşanmaların %50 seviyelerine varması, yalnızlık, güven eksikliği ve depresyon oranlarının artması gibi faktörler yaşam kalitesinin düştüğüne işaret eder. Yaşam standardının artması için yaşam kalitesinden ödün verilmesi bilişsel bir yanılgıdır.
Toplum 5.0, yaşam kalitesini merkeze alan bir anlayışla hareket etmesi nedeniyle üstün bir yaklaşımdır.
Yaşam kalitesi, insanın kendi fiziksel, psikolojik ve sosyal işlevlerinden ne ölçüde memnun olduğunun ve yaşamında bu özelliklerin varlığı veya yokluğunun ne ölçüde onları rahatsız ettiğinin saptanmasıdır.
Yaşam kalitenizi belirleyen kaç saat uyuduğunuz değil, uykunuzdan memnun olup olmadığınızdır.
Bu bağlamda işletmelerin toplum 5.0 vizyonundan alabilecekleri önemli öğretiler bulunuyor. Bunlardan biri günü kurtaran popülist yaklaşımlardan, planlama ve stratejiden ırak işlerden mümkün olduğunca uzak kalınmasının artık gerek şart olduğudur.
Bir işe hangi felsefeyle başlandığı, o işin yönünü belirlediği gibi oyunda kalma gücünü de belirler. Bir diğeri yaşam kalitesi modelini odağa koyan kurumsal marka yönetimi yaklaşımının orta ve uzun vadede şirketlere toplumun oyunda kalma izni verecek olan en kritik faktör olmasıdır. Dijitalleşmeyi bir rekabet gücü olarak değil de insanlığa yarar sağlayacak gelişmeler zinciri olarak ele aldığımızda, müşterileriniz ve toplumla birlikte geleceği inşa etme gücünüz artacaktır.
Sosyal sorumluluğu bir pr eventi olarak görmek, toplum baskısı nedeniyle mecburen sürdürülebilirlik çalışmaları yapmak, satışları artırmak için toplumun duyarlılıklarını sömüren pazarlama faaliyetleri yapmak, bir yapay zeka robotunu insanın kendi neslini yok etmek amacıyla programlamasından başka bir şey değildir.
Toplum 5.0’da ilerlerken, önümüzdeki on yılda güçlenerek büyüyecek şirketler arasında yer almak için, beyaz yakalı insanın yeniden derin düşünen, insan olduğunu hatırlayarak hareket eden çalışan haline gelmesi gerekiyor. Bunun için de yok ederek rekabet etmektense birlikte güçlenerek büyümeyi tercih ettiğimiz, zamanın tümünü çalışmakla geçirmektense birlikte geçirilen zamanları çoğaltarak mutlu yaşamlar yarattığımız, hayatın zorluklarına tek başına katlanmaktansa dayanışma içinde zorluklarla başa çıkmayı denediğimiz sistemleri, iş ortamlarını ve yönetim anlayışlarını yaratmaya ihtiyacımız var.