Günümüz dünyasında neredeyse yaptığımız her şey kayıt altına alınmakta. Dolayısıyla bireysel özgürlük sınırlarımızla firmaların kayıt altına aldıkları bilgilerimizin kullanmasının sınırlarını belirlemek her geçen gün daha önemli hale gelmektedir. Aşağıdaki yazı bu hususa dikkat çekmektedir.
Günümüzün büyük veri çağında attığımız her adımda, ardımızda veri formunda izler ya da “veri(z)ler” bırakıyoruz. Peki bu izler, hayatımızı ne kadar kolaylaştırıyor? Bu verilerin bize sağladıkları, ödün verdiğimiz gizlilik ihtiyacımıza ne kadar değiyor? Diğer taraftan, bu verizlerimizin firmalar tarafından nasıl kullanıldığını biliyor muyuz? Yoksa, bunları büyük veri kara kutusunda saklı mı tutuyoruz? (Watson, 2014)
Nerede, nasıl izler bırakıyoruz?
Sabah kalkıyoruz, cep telefonundan sosyal medya hesabımıza giriyoruz. Aracımıza binip radar kontrollü yollardan geçiyoruz, işe varıyoruz, kartımızı okutuyoruz. Bilgisayarı açıyoruz, şirket ağına bağlanıyoruz. Öğlen yemeğine çıkıyoruz, şirketin verdiği kartlarla yemeğimizi alıyoruz. Akşam üzeri iş çıkışı yine kartımızı okutuyoruz, güvenlik kameralarıyla donatılmış sokaklardan geçiyoruz. Alışverişimizi kredi kartlarımızla yapıyoruz, banka hesaplarımızı cep telefonumuzdan kontrol edebiliyoruz, havale yapabiliyoruz. Hastane randevularımızı internetten alıyoruz, tahlil sonuçlarımızı yine internetten görüyoruz.
Kısacası, neredeyse attığımız her adımda verilerimizi paylaşarak ardımızda izlerimizi bırakıyoruz. Sosyal medya hesabımızdan paylaştıklarımızla, beğendiklerimizle, hatta arkadaşlarımızın paylaşımlarına göre bir profilimiz oluşturulabiliyor ve gelecekte neyi beğeneceğimiz, ilgi alanlarımız, vb. en basit yapay zeka teknikleriyle tahmin edilebiliyor.
Yollardaki radar sistemleriyle nerede ne kadar hız yaptığımız tespit edilebiliyor, dahası, güvenlik kameralarıyla hız aşımından kaynaklı cezaların yazılmasının yanı sıra, hangi saatte nerede olduğumuzu belirlemek bile mümkün olabiliyor.
Yemek yerken kullandığımız kartlara göre hangi günlerde nerede yemek yediğimiz, yemekte neyi tercih ettiğimiz, ne kadar ödeme yaptığımız gibi bilgilerimizi de paylaşıyoruz. Hatta arkadaşlarımızın kartlarına bağlı olarak, kimlerle vakit geçirdiğimizi de kayıt altına almak mümkün.
Şirket ağına dahil bilgisayarlarda hangi sitelere giriş çıkış yaptığımız, ne kadar süre geçirdiğimiz, hatta e-postalarımıza bile erişmek mümkün olabiliyor.
İnternette yaptığımız alışverişlerimize göre öneriler alıyoruz. Reklamlar, önceki gezdiğimiz web sitelerine göre, hatta bize gelen e-postalara göre gösteriliyor.
Peki, biz bu verilerimizi paylaşmakta istekli miyiz? Ya da istekli olmalı mıyız?
Bıraktığımız veri izleri, hayatımızı nasıl kolaylaştırır?
Kişisel verilerimizin sadece aleyhimizde kullanıldığını düşünmemek gerekir. Örneğin, internette zaman öldürmek için video izlediğimizde bizim önceki izlediklerimize paralel olarak video önerileri karşımıza çıkıyor. Ya da internetten alışveriş yaparken benzer şekilde ürün önerileri görünüyor. Bu öneriler, aslında bizi içine çekiyor ve zaman kaybetmeden muhtemel hoşumuza gidecek veya ilgilenebileceğimiz içerikleri sunuyor, daha kuvvetli bir deneyim sağlıyor. Yine aynı şekilde televizyonda olduğu gibi, ilgimizin olmadığı reklamları izlemektense internette gezdiğimiz ürün ve hizmetlere yönelik reklamları görmeyi tercih edebiliriz.
Dolayısıyla verizlerin kullanımının aslında pazarlama açısından israfı ortadan kaldırdığını söyleyebiliriz.
Diğer taraftan, günlük yaşamda güvenlik açısından bıraktığımız verilerin avantajları olabilir. Bir yakınımız kaybolduğunda, hastane verilerinden, kart kullanımından, telefonu üzerinden izini sürmek mümkün olabiliyor. Bilmediğimiz bir yerde ya da akşam karanlığında güvenlik kameralarının olduğu yerlerde dolaşmayı güvenlik açısından tercih edebiliriz.
Tahlil sonucumuzu öğrenmek için hastanede ya da bankada işlem yapmak için kuyruk beklemek yerine; internet, çok büyük bir kolaylık ve zaman kazancı sağlıyor.
Firmalar, “verizlerimizi” ne zaman ve nasıl kullanmalı?
Ardımızda bıraktığımız verilerin kullanımı bize kolaylık sağlıyorsa fakat aynı zamanda gizliliğimizi tehdit ediyorsa, firmaların bu izleri kullanması ne kadar doğru? Ne zaman doğru?
Genelde firmaların yaklaşımı, “önce faydayı sunalım, bunun için de müşteri verilerini toplayalım, sonra da (‘en masum düşünceyle’) diğer ürünlerimizin tanıtımı için bu verileri kullanalım” şeklinde oluyor.
Dolayısıyla, bu yaklaşımda tüketicinin faydasıyla müşterinin gizliliği sınırı tam kestirilemiyor. Halbuki, tüketici güvenini kazanmak için firmaların sunacakları değer karşılığında toplamaları gereken veriyi mümkün olduğunca şeffaflaştırması gerekir (Morey, Forbath, Schoop, 2015; erişim linki). Bu noktada firmaların, topluma karşı sorumluluklarına göre hareket etmesi; tüketicilerin de bilinçlenerek hareket etmesi gerekir. Hâlâ bankada hesap açarken okumadan birçok sayfayı imzalıyorken, kişisel haklarımızı korumamız ve onu savunmamız mümkün değil. Aynı şekilde, firmaların da bu bilinçsizliği kullanarak tüketicilerin aleyhine kullanılabilecek verileri toplamaya çalışması etik olmayacaktır. Ayrıca, firmaların da muhtemel sanal saldırılara maruz kaldığında ortaya çıkabilecek sorunlarla ilgili bilinçlenmesi önemlidir.
Hukukun örnek olaylar üzerinden geliştiğini de göz önünde bulundurursak, içinde bulunduğumuz büyük veri çağında bireylerin zarar görmesini beklemeden, bütün olasılıkların hem firma tarafından hem tüketici tarafından bilinçli olarak düşünülmesi gerekir.
Özetle, verizlerin kararında kullanımı, toplumu ileri taşır, israfı engeller ancak; sınır aşıldığında, gizlilik ihlali toplumu paranoyaya sürükleyebilir.